Yaşam

Hatti ve Hitit inanç dünyasında hayvanların rolü

Kral Anitta, sadece kadim Hitit uygarlığının ilk kralı değil aynı zamanda Hitit kültürünü ve Hititler’den önce yaşamış Hattilerin kültürünü temsil eden, binlerce yıl öncesinden bize yaşadıklarını anlatarak her iki kültürü de tanıtan bir tarihi figürdür. Boğazköy-Hattuşa kazılarında bulunan 8 adet Hititçe çivi yazılı tablet, Anitta’nın yaşadığı dönem hakkında eşsiz ipuçları sunar. Anitta Metni olarak anılan bu belge grubu, Asur Ticaret Kolonileri Çağı’nın sona erişi ile Eski Hitit Devleti’nin kuruluşu arasında geçen zamanı, Anitta’nın yaptığı seferleri, kazandığı zaferleri adeta bir masal gibi betimler.

TANRI VE HAYVAN TASVİRLERİ

Anitta, krallığını nasıl kurduğunu anlattığı hikâyesinde, Halmaşuit ve Fırtına Tanrısı gibi kendi özel tanrıları için tapınaklar inşa ederken, olasılıkla bu tanrılarla bağlantılı bir grup hayvan için de ayrı bir mekan inşa ettiğini söyler. Söz konusu hayvanlar; 2 aslan, 70 yaban domuzu ile birlikte leopar, geyik ve oğlaklardan oluşan 120 adet hayvandır. Bilim dünyasında çoğunlukla tarihin ilk hayvanat bahçesi olarak tanımlansa da bu tanımın doğru olmadığını düşünüyorum. Olasılıkla bu hayvanların bir kısmı kurulan tapınakların ekonomik yükümlülüklerini yerine getirmek amacıyla, bir kısmı da adı geçen tanrıların kültleriyle bağlantılı olduğu için Neşa Kenti’nde bir mekan içine yerleştirilmiş olmalıydı.

Hititlerden önce aynı coğrafyada yaşamış olan Hattilerin dininde hemen her tanrının bir hayvanla birlikte tasvir edildiğini filolojik ve arkeolojik malzemeler üzerinden tespit ediyoruz. Alacahöyük ve Horoztepe gibi merkezlerde izlerine rastladığımız Anadolu’daki Hatti Beylikleri henüz yazı kullanmadıkları için, Anadolu’nun yazılı tarihsel sürecine ait değillerdir. Ancak bu toplumların konuştuğu dil ve dini hakkında Hititler aracılığı ile bazı bilgilere ulaşabiliyoruz. MÖ 3. binin ortalarından beri küçük kent-devletleri halinde varlığını sürdüren bu birbirinden bağımsız krallıklar, MÖ 1650’den sonra Hititler tarafından ele geçirilerek merkezi Hitit Devleti’ni oluştururlar. Hatti dininde hemen her tanrının bir hayvanla birlikte tasvir edildiğini arkeolojik malzemeler üzerinde gözlemleyebiliyoruz. Bu tasvirlere göre boğa Fırtına Tanrısı’nı, geyik kırların ve doğanın Koruyucu Tanrısı’nı, güneş diski sembolleri de Güneş Tanrıçası’nı simgelemekteydi.

Bu bağlamda özellikle Alacahöyük ve Horoztepe’de ele geçen sistrumlar üzerindeki hayvan betimlemeleri oldukça dikkat çekicidir. Amasya Mahmatlar, Horoztepe, Ahlatlıbel, Eti Yokuşu, Alişar, Tarsus, Eskiyapar gibi merkezler de Hattiler ve Hatti kültürü ile ilişkilidir. Bu merkezlerde ele geçen arkeolojik malzeme üzerinde, özellikle de figürün, sistrum ve güneş kursları üzerinde boğa, geyik, aslan, keçi, kuş gibi hayvanların bezemelerde kullanılmış olduğu görülür.

Horoztepe Sistrumu

HİTİT DİNİNDE HAYVAN-TANRI İLİŞKİSİ

Hitit dininde de hayvanların çok önemli bir yeri olduğunu görüyoruz. Her ne kadar tanrılar Hattilerde olduğu gibi hayvan şeklinde betimlenmiyor olsa da hayvan-tanrı ilişkisini hem yazılı kaynaklarda hem de arkeolojik malzeme üzerinde belirgin bir biçimde takip etmek mümkün. Kutsal törenlerde kullanılan içki kapları ritonlar ile insan veya bir hayvanın başı ve üst gövdesi şeklinde betimlenen figürlerle temsil edilen protomlar da yaban domuzu, boğa, keçi, geyik, aslan, kartal hatta örümcek şeklinde, Hitit tapınağındaki kült araçlarının standart parçaları olarak karşımıza çıkar. Hayvanlar ayrıca, çoğunlukla kutsallık atfedilmek suretiyle bazen yakılarak, bazen kanlı kurban şeklinde bazen de iç organları kullanılarak Hitit dini yaşamının vazgeçilmez öğeleri olarak binlerce yıl boyunca tanrı ve tanrıçalara sunulmuştu. Kurban edilen hayvanlar arasında en çok koyun, keçi ve domuza rastlanır. Sığır ya da boğa gibi büyükbaş hayvanların kurban edilmesi maliyetli olmasından ötürü daha az rastlanan bir durumdur. Ceylan, geyik, leopar, ayı ya da yılan gibi vahşi hayvanların kurban edildiğine neredeyse hiç rastlanmamakla birlikte köpek, eşek, at ya da çeşitli kuş cinslerini içeren ve yenilmeyen bazı hayvanların ise, özel durumlarda kurban edildikleri anlaşılıyor.

Hitit metinlerinden anlaşıldığı kadarıyla kurban edilecek hayvanın cinsiyeti bir tanrıya mı yoksa tanrıçaya mı sunulacağına bağlı olarak değişmekteydi. Kurban eğer bir tanrı adına yapılıyorsa hayvanın cinsiyeti erkek, tanrıça adına yapılıyorsa dişi olarak seçilirdi. Güneş Tanrıçası’nın özgü hayvanı bir inek iken, Fırtına Tanrısı’nın özgü hayvanı öküz veya koçtu. Bazı durumlarda da hayvanların renkleri onların kurbanlık olarak seçilmelerinde rol oynayan etkendi. Siyah veya koyu renkli hayvanların yeraltı tanrılarına, açık renklilerin ise göksel tanrılara kurban edilmesi söz konusuydu.

TAŞINAN KÜLTÜR: KUŞLAR KURBAN OLARAK SUNULURDU

Hititler’de tanrılara sunulan bazı hayvanların yakılmasının da ritüel pratikler arasında olduğu anlaşılıyor. Boğazköy arşivinde ele geçen yazılı belgeler arasında en geniş yere sahip Kizzuwatna kökenli ritüellerde birçok Hurrice kurban terimi bulunmakla birlikte, genellikle kuş ile daha az olmak üzere koyun ve kuzunun yakıldığı ritüel metinler de ayrı bir grup oluşturur.

Kuşların arınma ritüellerinde kurban olarak sunulması geleneği, Hurriler aracılığıyla Hititler’e taşınmıştır. Metinlerde sıklıkla rastlanan kirlilikten arınma ritüeli aracılığıyla yer altına yollanması uygulamasında kuşların kurban olarak kullanılması, kirliliği tanrıdan uzaklaştıran büyüsel bir güce sahip olduğuna ve yeraltı dünyasına hükmederek eski tanrıları memnun eden bir hayvan olduğuna inanılması ile ilişkiliydi. Böylece memnun edilen yeraltı tanrıları, kirlilikten arınmış olacak ve geri dönüşü sağlanacaktı. Hitit kültüründe günahtan arındırma görevi yapan yakma/ambašši kurbanlarının görüldüğü Hitit yazılı metinlerinin en erken örneği, II. Muršili dönemine ait bir ritüelde görülür. Bu metne göre II. Muršili’nin bir fırtına esnasında kopan gök gürültüsü sonucunda korkudan dili tutulmuştu. Bu olayın Fırtına Tanrısı’nın kızgınlığı olarak yorumlanması üzerine, tedavi için bir öküzün Kummanni’deki Fırtına Tanrısı’nın tapınağına götürülmesi gerekmiş, sonrasında da tapınakta bir boğa ve kuş yakma ritüeli gerçekleştirilmişti. Dil tutulmasına çare olması için yapılan ritüel sayesinde kirlilik yakılan hayvanlara aktarılmış, böylelikle arınma sağlanmıştı.

BÜYÜ RİTÜELLERİNDE KULLANILAN HAYVAN FİGÜRLERİ

Bazı büyükbaş hayvanlar, koyunlar, keçiler, atlar, domuzlar ve köpeklerin de yakılarak kurban edildiği bilinmekle birlikte, bu ritüellerde çoğunlukla kuşların kurban olarak kullanıldığı görülüyor. Hititler, bizim bugün fiziksel ya da psikolojik olarak adlandırdığımız hastalıkları, bedenin kirlenmiş olması ile ilişkilendirdiklerinden bu kirliliği, yapılan bir dizi büyüyle başka bir eşyaya aktararak tedavi ettiklerini düşünüyorlardı. İşte bu amaçla, kilden yapılmış hayvan figürinlerini kullandılar. Büyü ritüellerinde söz konusu kuş, eşek ve sığır gibi hayvan figürinleri genellikle kötülükleri ve olumsuz enerjileri uzaklaştırmak amacıyla kullanılmıştı. İnsanlar üzerinde genellikle kara büyüden kaynaklanan söz konusu olumsuz enerjiler bu figürinlere aktarıldıktan sonra, bu işlem sırasında kullanılmış diğer tüm ritüel malzemesiyle beraber ya toprağa gömülüyor ya da yakılıyordu. Hititçe çivi yazılı belgelere göre, yine Hitit büyü ritüellerinde gümüşten yapılmış hayvan figürinleri de kullanılıyordu. Gümüşten yapılan hayvan figürinlerinin çoğunluğunu su kuşları, leylek, ördek ve martının yanı sıra kartal, doğan şahin gibi yırtıcı kuşlar oluşturmaktaydı.

Hatti ve Hitit kültürlerinde krali cenaze törenlerinde de hayvanlarla ilişkili uygulamaların yer aldığı anlaşılıyor. Örneğin Alacahöyük’te Hatti kral mezarlarında ele geçen öküze ait kafatası ve bacak kemikleri ölü yemeği kültüyle ilişkilendirilmiştir.

Bir Hitit mezarlık alanı olan Osman Kayası’nda da öküz, domuz, koyun, keçiye ait kemikler yanında, sadece kafatası olmak üzere katır ve atlara ait kemikler bulundu. Hitit krali cenaze törenlerini anlatan metinlere bakacak olursak, törenlerin sekizinci gününde bu bahsettiğimiz hayvanların bir ritüel eşliğinde kurban edilmesi anlatılır. Adı geçen hayvanlar olasılıkla öteki dünyada kraliyet ailesine hizmet etmesi için kurban edilmekteydi. Ayrıca Hattuşaş’da yapılan kazılarda ortaya çıkarılan mezarlarda da pek çok köpek kemiğine rastlandı. Olasılıkla bu mezarlarda ele geçen köpek kemikleri, insanlara öbür dünyada eşlik etmesi için öldürülen köpeklere ait olmalıydı.

ŞİFA İÇİN KULLANILAN HAYVANLAR

Hititler’in şifa reçetelerinde de hayvanlardan söz edilir. Hatta bazı hayvanların şifa verdiğine inanıldığını bile söyleyebiliriz. Söz gelimi, köpeklerin salyasının iyileştirici gücüne inanılmaktaydı. Zuwi ritüelinde hasta organlar, köpeğe yalatılmak suretiyle tedavi edilmekteydi. Hasta uzuvların köpeğe yalatılması uygulaması, Eski Mezopotamya’da Babil dönemine tarihlendirilen belgelerde tespit edilmiş olup olasılıkla, Kizzuwatna yoluyla Anadolu’ya geçmiştir. Hitit tıbbi uygulamalarında köpeğin sadece salyası değil dışkısı da şifalı sayılmaktaydı. Hebattarakki isimli ritüelde, köpek dışkısı arpa unuyla ve bazı bitki kökleri ve yapraklarıyla hazırlanmış hamurla karıştırılarak yara tedavisinde kullanılmıştır. Köpek dışkısının şifalı olduğuna dair inanç yine Babil’den Anadolu’ya geçmiş bir bilgi olmalıydı. Babil dönemine ait çivi yazılı belgelerde köpek dışkısının uçucu yağlarla karıştırıldıktan sonra yaralara sürüldüğünden bahsedilir. Nitekim sonraki yüzyıllarda Eski Yunan ve Roma döneminde de köpek salyasının şifalı olduğuna inanılmaktaydı. Şifa Tanrısı Asklepios’a ait şifa tapınaklarında, yılan, köpek ve horoza hasta uzuvlar yalatılır ve ısırtılırdı. Hatta körlerin gözlerinin köpeğe yalatılarak açılacağına inanılmaktaydı.

Hayvanların karşımıza çıktığı bir başka metin grubu ise, insanların hayvan rolüne bürünmesiyle gerçekleştirilen bir tür teatral gösterilerin anlatıldığı ritüel metinleridir. Zarpiya ritüelinde bir grup genç erkeğe keçi derisi giydirilir ve kurt gibi ulutulur. Başka bir ritüelde dansçılar “leoparlar gibi” çömelirler. Burada insanların hayvan kılığına girerek sergiledikleri teatral gösterilerin izlerini, geleneksel Anadolu’daki köy seyirlik oyunlarında görmek mümkündür.

Hititlerin kehanet ve kullandıkları fal yöntemlerinde hayvanların önemli bir rolü vardı. Çoğunlukla koyunların iç organları karaciğer ve bağırsakları yardımıyla fal soruları sorulurdu. Krallar kritik seferleri öncesi karaciğer fallarına sıkça başvururdu. Boğazköy’de ele geçen kilden yapılmış karaciğerler ve Hititçe çivi yazılı belgelerde önemli miktarda ele geçen fal metinleri bizi bu konuda aydınlatır. Ayrıca yılan ve kuşların hareketlerinin izlenmesi yoluyla açılan iki fal çeşidi daha vardı.

HİTİTLERDEN GÜNÜMÜZE HAYVAN HAKLARI

Son olarak, Hitit dini belgelerinde adı geçen çok sayıda kült görevlisi arasında hayvanlar aleminden alınmış isimler taşıyanlar göze çarpar. Aslan adam, leopar adam, ayı adam, kurt adam ve köpek adam isimleri bunlara örnek olarak gösterilebilir. Söz konusu ritüel görevlilerinin adlandırıldıkları hayvanın maskesi ve postuna bürünerek teatral bir performans göstermesi, çoğunlukla tanrıları hayvan şeklinde betimleyen Hatti inancından Hitit inanç sistemine yansıyan izler olarak değerlendirilebilir. Tüm bu bilgileri bir arada değerlendirdiğimizde, hayvanların Hatti ve Hitit inanç dünyasında kendilerine büyük bir yer edindiklerini ve nasıl önemli bir rol oynadıklarını açık biçimde görmekteyiz.

İnsanların ve tanrıların dünyaları arasında kurulan köprüde, hayvanlar hem doğaüstünün tanımlanmasına yardımcı olmuş hem de insanların kutsal olanla kurdukları bağı kolayca ifade etmelerine yardımcı olmuşlardı. 3 bin 500 yıl önceye ait Hitit belgelerinde hiçbir zaman cinslerinden ötürü ya da zevk için, spor olsun diye avlanan, insanlara sergilenmek için hapsedilen veya işkence edilerek hunharca öldürülen, dağlara, ormanlara, kuytu köşelere atılan hayvanlardan ve bunu yapan insanlardan bahsedilmez. Hititçe çivi yazılı belgelerde belki hayvanların da yaşama hakkı olduğu ve insanlara hizmet etmek için dünyaya gelmediği hepsinin bir ruhu olduğundan da bahsedilmez ancak doğaya ve hayvanlara bugünün Anadolu’sundan çok daha fazla değer verildiği aşikardır.

Bu olayları maalesef günümüz Türkiye’sinde yaşıyor olmamız çok acı ve bir o kadar da düşündürücüdür. 3 bin 500 yıl önce bu topraklarda yaşayan Hititlerden hayvan hakları konusunda bir hayli geride olduğumuzdan hiç kuşkunuz olmasın… Tek ihtiyaçları bir kap yemek, bir kap su ve sevgi olan sokak hayvanlarının sesi olmaya ve onlar için mücadeleye devam…

*Hitit Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Prof. Dr.

(KÜLTÜR SANAT SERVİSİ)

eregli-ajans.com.tr

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu